image.jpg

Derginin Adı: Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi
Cilt: 2013/21
Sayı: 21
Makale Başlık: The Richness of Perceptual Content
Makale Alternatif Dilde Başlık: Algısal İçeriğin Zenginliği
Makale Eklenme Tarihi: 29.01.2014
Okunma Sayısı: 4
Makale Özeti: This study aims to present one of the most effective arguments given against conceptualism about perceptual content. Conceptualism is the view that perceptual content is wholly conceptual, so that a subject cannot undergo a perceptual experience unless he possesses concepts that properly characterize the content of his experience. The Argument from Richness of Perceptual Content states that perceptual content cannot be conceptual because it contains so many details that it is unlikely that a subject deploys so many concepts while having a perceptual experience.
Alternatif Dilde Özet: Algı deneyimlerinin dünyayı belli bir şeklide sunduğu sıkça öne sürülür. Örneğin bir portakalı yuvarlak olarak veya gökyüzünü mavi olarak algılarız. Bu nedenle algının temsil edici içeriğe sahip olduğu oldukça yaygın bir görüştür. Algısal içerik basitçe, algı deneyiminin dış dünyayı temsil şekli olarak tanımlanmaktadır. Ancak söz konusu bu içeriğin kavramsal niteliği, yoğun tartışmaların odağı olmuş ve ‘kavramsalcılık’ ve ‘kavram-dışısalcılık’ olarak adlandırabileceğimiz rakip görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu çalışmanın amacı kavramsalcı görüşe karşı öne sürülmüş olan ‘Algısal İçeriğin Zenginliği Argümanı’ nı sunmak ve değerlendirmektir. Bu argümanın temel iddiası algısal içeriğin kavramlar tarafından kapsanamayacak kadar zengin olduğudur. / Özellikle John McDowell tarafından benimsenmiş olan kavramsalcılığa göre, algısal içerik tamamıyla kavramsaldır. Buna göre, bir öznenin içerikli bir algı deneyimine sahip olabilmesi için algısının içeriğini eksiksiz bir biçimde betimleyen kavramların tümüne sahip olması gerekmektedir. Örneğin, ‘mavi’ ve ‘kırmızı’ kavramlarına sahip olmadan gökyüzünün mavi olduğunu algılamak mümkün değildir. Kavramsalcılığın temel motivasyonu algının kavramsal olan inançları gerekçelendirdiği iddiasıdır. Algısal inançların algı deneyimleri temel alınarak edinildiğini inkâr etmek oldukça güçtür. Algı deneyimlerimizin içeriği algısal inançlarımıza neden ve gerekçe teşkil ederler. Algıya yüklenen bu epistemik rol, onun kavramsal olmasını gerektirir. Çünkü kavramsalcılığa göre kavramsal olmayanın kavramsal olanı gerekçelendirmesi mümkün değildir. / Öte yandan kavram-dışısalcılığa göre, içerikli bir algı deneyimine sahip olmak için özne içeriği betimleyen kavramlara sahip olmak zorunda değildir. ‘Mavi’ veya ‘gökyüzü’ kavramlarına sahip olmadan da gökyüzünün mavi olduğunu algılayabiliriz. Bu görüşe göre, algısal içeriğin kavramsal olmaması onun rasyonel bir rolü olmadığı anlamını taşımaz. Algısal içerik, kavramsal olmamasına rağmen temsil edici bir içeriğe sahiptir ki bu da algısal inançları gerekçelendirmesi için yeterlidir. Kavram-dışısalcılar içerikli bir algı deneyimine sahip olmak için kavramlara ihtiyaç duyulmadığını göstermek adına birçok argüman öne sürmüşlerdir. Bu çalışmada algı içeriği ve inanç içeriği arasındaki önemli bir farka vurgu yapan ‘Algısal İçeriğin Zenginliği Argümanı’ sunulacaktır. Bu argüman kısaca şunu iddia eder: Algısal içerik, inanç içeriğinin aksine, kavramsal değildir, çünkü içerdiği ayrıntıların miktarı öznenin sahip olduğu ve uyguladığı kavramlardan çok daha fazla olabilir. Algısal İçeriğin Zenginliği Argümanı her ne kadar kavramsalcılığı zorunlu bir şekilde yanlışlayarak tartışmaya son noktayı koymasa da, kavramsalcı görüşe önemli bir sorun teşkil etmekte ve tartışmaya farklı bir boyut kazandırmaktadır. / Algısal içeriğin kavramsal olup olmadığı tartışmasının çıkış noktasının Kant’ın bilgi kuramı olduğu söylenebilir. Kant’ın kavramsal olmayan sezgilere ve kavramsal olan düşünceye insan deneyim ve bilgisinin oluşmasında biçtiği rol, kavramsalcı ve kavram-dışısalcı görüşlerin tetikleyicisidir. Kantçı bakış açısı iki şekilde yorumlanabilir: İlkine göre Kant kavramsalcılığı savunur çünkü deneyimin oluşmasında duyarlık ve anlak fakültelerinin karşılıklı işbirliğinin gereğini vurgular. Ancak diğer bir yoruma göre, Kant’ın kavramsal olmayan ancak yine de nesnel temsil yapabilen sezgilere biçtiği rol, onun kavramsal olmayan bir algısal içerik olduğu inancının göstergesidir. Kantçı görüşün bu iki farklı yorumu, bizi, tartışmanın çerçevesini netleştirmek adına, tarafsız bir ‘algı’ nosyonu ortaya koymak zorunda bırakır. Buna göre algı Kantçı deneyim kavramı ile özdeş tutulmamalıdır. Aksi takdirde kavram-dışısalcılık baştan ihtimal dışı bırakılır ve tüm tartışma önemini yitirir. Aynı şekilde, algı temsil edici özelliğe sahip olmayan ham hisler veya duyumlar olarak da tanımlanmamalıdır. Çünkü böyle bir tanımlama, algının sahip olduğuna inanılan epistemik ve rasyonel işlevini devre dışı bırakarak tartışmanın özünü göz ardı eder. Öyle ise, bu tartışma bağlamında, algı veya algı deneyimi, en basit hali ile temsil edici özelliği olan, diğer bir deyişle, dünyayı özneye belli bir şekilde sunan algısal durum olarak değerlendirilmelidir. Kavramsalcılık ve kavram-dışısalcılık arasındaki tartışma ise böyle bir algı anlayışının kavram gerektirip gerektirmediği olarak anlaşılmalıdır. / Algısal içeriğin zenginliği ile ilgili argümanı sunmadan önce üzerinde durulması gereken önemli bir nokta ‘kavram sahibi olma’ ve ‘kavram kullanma’ arasındaki farktır. Bir zihinsel durumun kavramsal olabilmesi için öznenin bu durumun içeriğini betimleyen tüm kavramlara sahip olması yeterli değildir. Özne aynı zamanda söz konusu bu kavramları kullanmalıdır da. Kavram sahibi olma nesneleri tanımlama veya düşünce oluşturma kapasitesi olarak nitelendirilirken, kavram kullanma bu kapasitelerin gerçekleştirilmesi veya uygulanması olarak anlaşılabilir. Örneğin ‘gökyüzü mavidir’ inancına sahip olan öznenin inancının içeriği sahip olduğu herhangi bir kavramla değil, o an kullanmakta olduğu ‘gökyüzü’ ve ‘mavi’ kavramlarıyla belirlenmektedir. Bununla paralel olarak eğer algı kavramsal ise, bir algı deneyiminin içeriğini belirleyen kavramlar öznenin o an kullanmakta olduğu kavramlara bağlıdır. Bu nedenle Algısal İçeriğin Zenginliği Argümanı, algısal içeriğin yalnızca sahip olunan kavramlar tarafından değil, daha ziyade öznenin kullanmakta olduğu kavramlar tarafından belirlenemeyecek kadar zengin olduğu iddiası olarak anlaşılmalıdır. / Nesneleri algıladığımız zaman, onları çevrelerindeki diğer nesnelerden soyutlanmış olarak algılamayız. Algımız bize nesneleri genellikle zengin bir sahne içerisinde sunar. Örneğin şu anda önümde duran bilgisayarı deneyimlemekteyim. Ancak algımın bana sundukları yalnızca bilgisayarımın bakmakta olduğum parçası ile sınırlı değildir. Bilgisayarımı deneyimlerken onun sahip olduğu birçok özellik dışında, yakın çevresinde bulunan birçok nesneyi ve bu nesnelerin sahip olduğu özellikleri de deneyimlemekteyim. Şu anki algımın içeriği, bilgisayarın rengi, şekli ve parçalarının yanı sıra, onun arka planında yer alan kitapları, kâğıtları veya yanında duran fincanı da kapsamaktadır. Yeteri kadar geniş bir kavramsal repertuarımız ve zamanımız olduğu sürece bu liste ilkece algısal içeriğimizin tüm ayrıntılarını kapsayacak ölçüde uzatılabilir. Ancak eğer kavramsalcılık doğru ise, yani eğer algımızın içeriği baştan aşağı kavramsal ise, algımızın içeriğinin kapsadığı bu detayları eksiksiz bir şekilde betimleyen kavramların tamamına sahip olmamız, dahası deneyimimiz anında bu kavramları kullanmamız gerekmektedir. Fakat bu kadar çok kavramın, bir deneyim sırasında aynı anda etkin olması kavram-dışısalcılar tarafından olası görünmemektedir. / Algısal içeriğin zenginliği, kavramsal içeriğe sahip önermesel tutumlar ile karşılaştırıldığında daha da netlik kazanır. Örneğin ‘inanç’ oldukça sınırlı bir içeriğe sahip olan bir zihinsel durumdur. Bir nesnenin yuvarlak olduğu inancımız, söz konusu nesne ile ilgili sayısız ayrıntıyı temsil etmez. Ancak bir nesnenin yuvarlak olduğu algısı, o nesnenin boyutu, rengi, konumu gibi daha birçok özelliği de temsil etmektedir. Dretske aynı noktaya açıklık getirmek amacıyla analog ve dijital kodlama arasındaki ayrıma vurgu yapar. Eğer bir sinyal herhangi bir bilgiyi dijital olarak kodluyorsa, bu bilgi ve bu bilginin hali hazırda gerektirdiği bilgi dışında herhangi bir ilave bilgi vermez, ancak eğer analog olarak kodluyorsa kodladığı bilgi dışında ilave bilgi de verir. Örneğin bir resim bilgiyi analog olarak kodlarken, bir cümle bunu dijital olarak yapar. Dretske’ye göre söz konusu bu ayrım, algılar ve bilişsel süreçler arasında da vardır. Bir elmanın kırmızı olduğu algısı bilgiyi analog olarak taşır, ancak elmanın kırmızı olduğu inancı bilgiyi ancak dijital olarak sunar. Bu nedenle inanç içeriği, algısal içeriğe kıyasla oldukça sınırlıdır. Bu ayrımdan yola çıkarak Dretske, inanç içeriğinin aksine, algısal içeriğin kavramsal olamayacağını iddia eder. / Algısal içeriğin zengin olduğu iddiası, algılamakta olduğumuz tüm ayrıntılara dikkatimizi yönelttiğimiz veya bu ayrıntıların hepsinin fakında olduğumuz iddiası olarak anlaşılmamalıdır. Algısal İçeriğin Zenginliği argümanı daha ziyade, algısal deneyimlerimizin, dikkatimizi yönelttiğimiz veya farkında olduğumuz şeylerin dışındaki birçok ayrıntıyı da temsil ettiğini öne sürmektedir. Algıladığımız her bir ayrıntıya dikkatimizi yöneltmemiz pek mümkün görünmemektedir. Ancak bu durum, dikkatimiz dışında kalan ayrıntıları algılamadığımız ve dolayısıyla bu ayrıntıların temsil edilmediği anlamına gelmemektedir. Her ne kadar dikkatimizi verdiğimiz ayrıntılar son derece sınırlı olsa da, bu algıladıklarımızın da aynı ölçüde sınırlı olduğunu göstermez. Ancak, farkında olunmayan veya dikkat dışında kalan ayrıntıların gerçek anlamda algılanıp algılanmadıkları oldukça tartışmalı bir konudur. Bu tarz algısal durumların, deneyim olarak nitelendirilebilmeleri için yeterli ölçüde epistemik öneme sahip olmadıkları iddia edilebilir. Öyle ise, bir kavramsalcının sadece farkında olduğumuz veya dikkatimizi verdiğimiz ayrıntıları algıladığımızı iddia etmesi mümkündür. Örneğin Alva Noë, ‘değişim körlüğü’ olarak bilinen ve öznelerin önlerindeki sahnede meydana gelen birtakım değişiklikleri algılayamadıkları durumu, algının aslında tamamıyla dikkate dayalı bir durum olduğunun göstergesi olarak yorumlamakta ve dikkat dışında kalan unsurların gerçek anlamda algılanmadıklarını iddia etmektedir. Daha açık bir ifade ile “Eğer bir şey dikkatinizin kapsamı dışında meydana geliyorsa, tam anlamı ile görünür dahi olsa, onu göremezsiniz.” Ancak, değişim körlüğü gibi durumlarda birtakım ayrıntı ve farkları algılamıyor olmamız bunları hiçbir zaman algılamadığımız anlamına gelmemektedir. Algının her zaman ve her durumda içerikçe zengin olduğunu iddia etmek yerine, algının çoğu zaman zengin bir içeriğe sahip olduğunu söylemek kavram-dışısalcı görüş için yeterli olacaktır. / Algısal İçeriğin Zenginliği Argümanına getirilebilecek bu tarz kavramsalcı eleştirilere sunulacak pek çok karşı argüman vardır. Bunlardan ilki Fred Dretske tarafından öne sürülür. Dretske’ye göre birçok durumda bir kişiye ‘Görmüş olman gerekirdi’ tarzında ifadeler kullanırız. Ona göre bunun nedeni, söz konusu kişinin herhangi bir nesneyi görmemiş olduğunu düşünmesine rağmen, fiziksel ve psikolojik koşulların o nesnenin algı yoluyla kişiye sunulmasına elverişli olmasıdır. Öyleyse, ilk basit ve sezgisel kavram-dışısalcı gerekçe, çoğu zaman görüş alanımızda bulunan nesneleri (örneğin dikkatimizi yönelttiğimiz bir nesnenin arka planındakileri) algılayabilmek için gerekli ve uygun fiziksel ve psikolojik şartları sağlıyor oluşumuzdur. Elbette bu gerekçe kavramsalcı eleştirileri etkisiz hale getirmek için yeterli değildir ancak yine de dikkat dışı veya farkında olunmayan ayrıntıların da gerçek anlamda algılandıklarını destekleyen bir işaret olarak değerlendirilebilir. / Algısal içeriğin zengin olduğuna dair ikinci ve daha önemli bir gerekçe fenomenolojiktir. Dikkat dışı veya farkında olunmayan algısal durumların algı fenomenolojisine katkısı üzerinden yürütülen bir argümana dayanır. Bir algısal deneyimin sahip olduğu temsil edici içerik, yani dünyayı öznesine nasıl sunduğu ile bu deneyimin fenomenolojisinin, yani bu deneyime sahip olmanın nasıl bir şey olduğu, arasında güçlü bir ilişki olduğu iddia edilebilir. Bu nedenle eğer bir şey gerçek anlamda bir algısal deneyim olarak nitelendirilecekse, fenomenal özelliklere sahip olması gereklidir. Eğer dikkat dışı veya fark edilmeyen unsurlar kavramsalcıların iddia edebilecekleri gibi gerçek anlamda algılanmıyorlarsa, fenomenal nitelikler taşıdıklarını veya algının fenomenal özelliklerine katkıda bulunduklarını söylemek oldukça zordur. Aynı görüş şartları içerisinde, özdeş nesnelere bakmakta olan iki kişi hayal edelim. Bu iki kişinin söz konusu nesneleri deneyimlerken, birbirine çok benzeyen fenomenal hislere sahip olduklarını söyleyebiliriz. Ek olarak, bu kişilerin dikkatlerinin tamamıyla algılamakta oldukları nesneler üzerinde olduğunu ve çevrede bulunan diğer nesnelerin farkında olmadıklarını düşünelim. Şimdi de kişilerden sadece birisinin görüş alanında bulunan nesnelerden bir tanesinin kaldırıldığını düşünelim. Bu durumda, bu iki kişinin aynı fenomenolojiye sahip benzer deneyimler yaşamaya devam ettiklerini söylemek mümkün müdür? Cevap ‘hayır’ gibi görünüyor. Hatta birden daha fazla nesnenin kaldırıldığı düşünülünce, söz konusu kişilerin deneyimlerinin arasındaki fark daha da açık hale gelir. Aynı şekilde, biri arka fona sahip, diğeri diğer nesnelerden izole olan nesnelere dikkatlerini vererek bakan iki kişi düşünüldüğünde de algılarının fenomenolojisinin oldukça farklı olduğu söylenebilir. Bu durum, farkında olunmayan veya dikkatin yönlenmediği nesnelerin de gerçek anlamda algılanabildiklerini göstermektedir. Diğer bir deyişle, bazı nesneleri, o an algıladığımızın farkında olmasak dahi gerçek anlamda algılarız. / Dikkat dışı veya fark edilmeyen algıların gerçek birer deneyim olduklarına inanmak için diğer bir neden ‘duyusal hafıza’ olgusuna dayanır. Seeing and Knowing adlı eserinde, Dretske, birtakım şeyleri gördüğümüzü hatırlayabilirken, bu algısal deneyimlerin farkındalığını hatırlamadığımız durumlar olabileceğini iddia etmektedir. Algı deneyimimiz sırasında farkında olmadığımız bir nesneyi veya bir nesne ile ilgili bir detayı aniden hatırladığımız durumlar olabilir. Örneğin, sokakta yürürken farkında olduğumuz nesnelerin dışında farkında olmadığımız veya dikkatimizi vermediğimiz nesneleri, mesela bir ekmek fırınını da algılarız. Böyle bir durumda bize ekmek fırınını görüp görmediğimiz sorulsa muhtemel cevabımız görmediğimiz yönünde olacaktır. Ancak, ilerleyen bir zamanda ekmek fırınını algılamış olduğumuzu aniden hatırlamamız mümkündür. Yine aynı şekilde, görüş alanımızda bulunan bir nesneyi bulamayıp, daha sonra söz konusu nesneyi nerde gördüğümüzü hatırlamak sıkça rastlanan bir durumdur. Algısal deneyimin sonlanmasından sonra bu gibi nesne veya detayların hatırlanabiliyor oluşu dikkat dışı veya farkında olunmayan algıların da gerçek anlamda birer deneyim olduklarının göstergesi olarak yorumlanabilir. Çünkü algılamadığınız bir şeyi hatırlamanız pek mümkün görünmemektedir. Eğer bir şeyin görülmüş olduğu hatırlanıyorsa daha önceden deneyimlenmiş olması gerekmektedir. Michael Martin’in de vurguladığı gibi duyusal hafızada yer alan deneyimler, geçmiş deneyimlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, farkında olunmayan veya dikkat dışı algısal durumların hafızada yer alıyor oluşu, onların gerçek birer geçmiş deneyim olduğunun göstergesidir. / Tüm bu bilgiler ışığında, algısal içeriğin zengin olduğuna birçok felsefi nedenimiz olduğunu gördük. Zaten bir kavramsalcı olan McDowell bile algısal içeriğin zengin olduğu iddiasıyla hemfikir görünmektedir. Ancak algısal içeriğin zenginliğinin, kavramsalcı görüş için önemli bir sorun teşkil ettiği söylenebilir, çünkü kavramsalcıları bu denli zengin bir içeriği tasvir eden kavramların hepsinin bir anda ve bir özne tarafından nasıl kullanılabildiğini açıklamak zorunda bırakır. Elbette, Algısal İçeriğin Zenginliği Argümanı birçok yönden eleştiriye açıktır. Bu bağlamda, bu argüman kavramsalcılık ve kavram-dışısalcılık arasındaki anlaşmazlığa son noktayı koymamaktadır. Kavramsalcılar için bu argümana verilebilecek iki olası yanıt vardır: kavram-dışısalcıların iddia ettiklerinin aksine, algısal içeriğin zengin olmadığını iddia etmek ki bu çalışmanın amacı bu seçeneğin makul olmadığını göstermektir. Veya algısal içeriğin zengin olduğunu kabul edip, yine de algılanan tüm ayrıntıların kavramsal olarak temsil edildiğini iddia etmeye devam etmektir. Diğer bir deyişle, kavramsalcılar dikkatimizi yönelttiğimiz veya farkında olduğumuzdan daha fazla şey algılayabileceğimizi, ancak bunun kavramlarımızın izin verdiği ölçüde olabileceğini iddia edebilirler. Bu yanıtın başarılı olabilmesi için kavramsalcılığın, kavram-dışısalcıların vurguladığı konu ile başa çıkabilecek bir ‘kavramsal olma’ nosyonu sunmaları gerekmektedir. Diğer bir deyişle, bu nosyon ‘bu kadar çok kavram bir deneyim sırasında nasıl aynı anda kullanılabilir?’ sorusuna yanıt verebilmelidir. Farkında olunmayan algıların içeriğini de kapsayacak bir kavramsallık nosyonu bulmak elbette mümkündür. Kavramsalcılar, kavram kullanmanın karmaşık bir bilişsel edim gerektirmediğini, çok sayıda kavramın aynı anda kolayca kullanılabileceğini ve dolayısıyla, algısal içeriğin zengin oluşunun kavramsalcılığa karşı bir sorun teşkil etmediğini öne sürebilirler. Bu anlayışa göre, algısal içeriğin zengin ve aynı zamanda kavramsal olması sezgilere aykırı değildir. Örneğin, McDowell’a göre algı deneyimlerinde kavramlar etkin bir şekilde uygulanmazlar, aksine algısal içerikte pasif bir şekilde bulunurlar. Başka bir ifadeyle, algı deneyiminin öznesi aktif bir kavramsallaştırma süreci yaşamaz. Kavramsal algısal içeriğin bilişsel bir çaba gerektirmemesi Algısal İçeriğin Zenginliği argümanına zarar verebilir. Ancak, bu tarz bir ‘kavramsallık’ anlayışının başarılı olup olamayacağı veya bu bağlamda bir anlam ifade edip etmediği bu çalışmanın amacını aşan önemli bir tartışma konusudur. Öyleyse, Algısal İçeriğin Zenginliği Argümanının her ne kadar kavramsallığı zorunlu olarak çürütmese de, kavramsalcıların baş etmek zorunda olduğu bir soruna değinerek tartışmaya önemli bir boyut kazandırdığı söylenebilir.

PDF Formatında İndir

Download PDF